28 Nisan 2009 Salı

Sonbahar




Özcan Alper'in ilk uzun metraj yönetmenlik deneyiminde ortaya vurucu ve klişelerden uzak bir dram çıkmış ortaya. Film, sol görüşleri yüzünden, hayatının yaklaşık 10 senesini F-tipi cezaevinde tüketmeye mahkum bırakılmış Yusuf'un memleketine döndükten sonra geçmişiyle yüzleşmesi ve yaşadığı duygu yoğunluğunu konu alıyor.

Film boyunca Hopa'dan, Artvin'den, Yalnız Çam Dağları'ndan ve Doğu Karadeniz'in o eşsiz yaylarından göz alıcı manzaralarla, bir ziyafet çekiyoruz. İster istemez içinizde; " Alayım fotoğraf makinamı, düşeyim Karadeniz yollarına.." hissiyatı oluşsa da; filmdeki duygu yoğunluğu, derin alt başlıklar ve nev-i şahsına munasır karakterler, bu hissiyatı ikinci planda bırakıyor. Film ağır ama sıkmayan anlatımıyla sizi içine çekiyor.

Filmi özel yapan asıl nokta ise Yusuf'un F-tipi cezaevinde çektiği eziyetler, belki de tutulan örüm oruçlarının mirası olan ölümcül hastalığı ve geride bıraktığı sevgilisinin başka bir adamla evlenmiş olmasının yarattığı dramatikliğin, Çağan Irmak'vari bir anlatımdan uzak olması. Özcan Alper, seyirciyi Yeşilçam benzeri bir dram ile değil de, Yusuf'un özgürlüğüne kavuştuktan sonra döndüğü memleketinde yaşadığı hayattan kopukluk, aidiyetsizlik, ve nihilizm kokan ruh hali ile etkilemeyi tercih ediyor. Nitekim; Yusuf, çocukluk arkadaşı Mikhail, yıllarca yolunu gözleyen anası, akrabaları ve eski arkadaşlarıyla birlikteyken, hep derin bir sukunet içinde yalnızlığını yaşayan bir karakter. Yıllarca, idolleştirdiği SSCB'nin eski bir parçası olan Gürcistan'dan göç eden ve Yusuf'unkine benzer bir kopuk hayat yaşıyan Eka bile onun duvarlarını yıkamıyor. Yalnızlıklarını paylaşmaktan öteye geçemeyen,mutsuz ve başka bir dünya özlemi içindeki iki insan portresi çiziyorlar. Yusuf'un huzurlu hissettiği ve sığındığı limanlar olan belli başlı noktalar ( iskele, kitapçı, yayla ve evinin bahçesi ) bile annesinin, Mikhail'in ve Eka'nın varlığıyla, onun için bir zindana dönüşebiliyor.

Yine de, yönetmen hiçbir zaman tam olarak umutsuz ve çıkarı kaçarı olmayan bir hayatı hikaye etmemiş. Tam tersine, Yusuf'un matematik dersi verdiği öğrencisine söz verdiği gibi bisikleti alması, pasaportunu ve vizesini alıp Eka'nın peşinden Gürcistan'a gitme hazırlıkları yapması, filmde belki de Yusuf'un gülümsediği tek sahne olan buz dansı sahnesi ve 10 yıldır çalmadığı tulumu tamir edip bir ağıt yakması, ortaya dengede olan bir umut - tükeniş terazisi çıkarıyor.

Özcan Alper'in ilk filminde sınıfı geçtiğini ve ortaya leziz bir film çıktığını söyleyebilirim. Hepinize tavsiye ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder