30 Nisan 2009 Perşembe

Aşk - Elif Şafak



Gönlü Geniş ve Ruhu Gezgin Sufilerin Kırk Kuralı'ndan:

“Hakk'a yakınaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp... Hepimiz kalpteki farklılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimiz ise, ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar."

Elif Şafak ile ilgili, ikimizin de "Araf" kelimesine hayatmızın belirli bir döneminde takıntılandığımız dışında bir bilgim yoktu [Lise'de heveslendiğimiz ama duvara toslamış fanzinimizdeki, kah kırmızı kah fosforlu kalemle her satırının sansürden nasibini aldığı sayfalarını yanar döner bir ambians adına odamın duvarlarına astığım köşeme koyduğum isimdi efendim Araf].

"Aşk"ı arkadaşıma bir arkadaşı vermiş, o da bana verdi, ben de kitabı okuyacak bir diğer talihliyi kafamda belirledim. Daha bu noktadan anlaşılıyor ki bu kitap yakın olduğunuz insanların okuyunca hayatlarına bir şekilde faydası olucağına inandığınız bir eser. Peki ne anlatıyor? Mevlana ve Şems'in hikayesi ile Amerikalı "umutsuz ev kadını" Ella ve Aziz'in hikayeleri paralelde anlatılıp, bir noktada birbirine bağlanıyor. Olay örgüsünden ziyade içeriği sayesinde okuyucuyu kendisine bağlayan bir eser. Zira mistisizm temalı kitaplarla epey ilgilenmeme rağmen Şems'in ön plana çıkarıldığı bir kitaba hiç de denk gelmemiştim, açıkçası hiç de aramamıştım [Kitabın referans bölümüne baktım, yazar da bu konuda daha çok yabancı kaynaklardan faydalanmış gözüküyor. Nette arattım, türk yazarlara ait ve Şems’i asıl konu edinmiş 3-4 esere rastladım. Buradan Türk Edebiyat ve Akademik çevresine de sesleniyorum –yuh-, “Cancağızlarım, bu konuya niye eğilmediniz? Dağılabilirsiniz.”].

Bu kitabı içerik ve üslup olarak iki kriterde değerlendirmeyi tercih ettim.

Kitap kırk yaşın eşiğindeki Ella'nın yemek sofrasında kocası, kızları, teyzesi ile çizdiği "bizim herşeyimiz var ama yine de birşeylerimiz eksik,içimizde böyle genişçe bir boşluk var, anlamıyoruz" aile potresiyle açılıyor. Ardından Şems'in hikayesine dönülüyor, ve Ella'nın ki 3. tekil şahıstan, Şems'in hikayesi ise hikayenin karakterlerinin ağzından, parça parça devam ediyor.


Elif Şafak bir yandan doğu ve batı arasında köprü olup diğer yandan keyif sürerken efendim.

Tebrizli Şems'in hikayesini son derece ilgi çekici buldum ve severek okudum. Amma Ella'nın hikayesinin artık fazlaca aşina olduğumuz umutsuz ev kadını teması çevresinde dönmesini biraz plastik buldum. Hatta zaman zaman Ella'nın hikayesini hızlı hızlı okuyup geçtim, Sıra Şems'e geldiğimde ise tüm algılarımı açıp devam ettim. Tabi yazara haksızlık yapmamak adına bu noktada şunu gözden kaçırmamak lazım, bu eser yabancı bir dilde yazılmış, yani okuduğumuz bir Türk yazarın yabancı dilden çevrilmiş bir eseri. Tahminim Elif Şafak'ın öncelikli okuyucu kitlesi, refah olarak bir eksikleri olmamasına rağmen, hissetikleri manevi boşluktan arayışa girmiş yeni dünya insanları.

Ella'nın iyice rutinleşmiş hayatına paralel bir anlatım yakalamak amacıyla mı, ya da yukarıda bahsettiğim çeviri konusunun kaçınılmaz bir getirisi mi, hiç biri değil de yazarın genel tercihi midir bilmem, ama özellikle Ella'nın öyküsünün anlatıldığı dil işlenmemiş, fazla yalın, dolayısıyla da sıkıcı geldi bana. Romanın en büyük probleminin bu olduğunu düşünüyorum, Zira 400 küsür sayfalık bir eser,ve Ella'nın bölümü epey de yer kaplıyor.

Geçmişteki 1. tekil anlatımlarda ise, şöyle bir sorun var: Karakterlerin anlatım biçimi birbirlerine çok benziyor. Her ne kadar tarihi bir figurün günlüğünü okuyor gibi hissedip romana çekilsek de, karakterlin sınırlarının sadece anlatılarının içeriğiyle çizilmesi dikkat dağıtıcı olabiliyor. Bir de, Kitapta değişik fikirleri çapıştırılması adına farklı fikirleri temsil edecek karakterlere yer verilmiş. Bu karakterlerden bazıları [misal Baybars ayısı] tezlerini kendilerinden çok da beklenmeyecek biçimde gayet sistematik bir biçimde aktarmışlar. Yani diyeceğim odur ki; kendilerine özgü düşünme ve konuşma biçimleri olmaması, karakterlerin ete kemğie bürünmesini önleyip temsili tez ruhçukları olarak hissedilmesine neden olabiliyor.

Toparlamak gerekirse, ben bu kitaba bir 7.5 verdim efendim [içerik 9, üslup 6]; meali de "güzel güzel okuyunuz". [şak diye de biter yazı]

3 yorum:

  1. üsluba 6 vermenin nedeni eski Türkçe'yle yazılmış, anlaması güç uzun cümlelerin olmamasıyla alakalı olabilir mi?

    YanıtlaSil
  2. gayem 5 kelimeden fazlasını içeren cümleleri "aha tanpınar vurun" diye etiketleyen ama ne ilginçtir ki progressive geçinen zatıalinizin dikkatini celb etmek. severim.

    YanıtlaSil
  3. cümlelerin kuruluş amacı 5 kelimeyi geçirmekse, özellikle Ella'lı bölümlerde 3 kelimede aktarılabilecek içeriği, paragraflarca hatta sayfalarca anlatan Elif Şafak'ı niye bunca sevdiğini şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Ha ama Şems'in hikayesi, yanlı ve bir çocuk masalı naifliğindeki kurgusuyla anlatılmasına karşın hakkaten ilgi çekiciymiş, o konuda sana hak veriyorum; senin bana ekseriyetle hak vermemen gibi bir şartlı refleksin olsa da... İlhan İrem'e ve sana saygılarımla: Şartlı refleks, şartlı refleks, şartlı refleks(fade out)

    YanıtlaSil